• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/cheeselifemagazine
  • https://www.twitter.com/@cheeselifemaga1
  • https://www.instagram.com/cheeselifemagazine1
  • https://www.youtube.com/channel/UCVphzDSCv172cvqPtzyw-4A
Ekrem BULUT
eb-ekrem@hotmail.com
Bilimin iki yüzlülüğü; İnsanlığın Kurtuluşuna mı, Yok oluşun Bilimselleşmesine mi hizmet ediyor?
12/11/2025

 

Bilim, insanın kendi karanlığına karşı açtığı en büyük cepheydi.
İnsan, Tanrı’ya değil; doğaya kafa tutmak istedi. Çünkü doğa, gözle görülür bir düşmandı.
Gök gürlediğinde korkmak yerine anlamak, yıldırımı kutsal saymak yerine elektriğe dönüştürmek istedi. Cehaletin zincirlerini kırmak için bilgiye sarıldı; bilgiyi özgürlüğün anahtarı sandı.
Ama ne tuhaftır ki, o anahtar zamanla yeni bir kilidin biçimini aldı.
Bilim, insanı özgürleştirmek isterken onu kendi icatlarının tutsağına dönüştürdü.

Aydınlanma Çağı’nda akıl bir kurtuluştu. İnsan, bilimin ışığında Tanrı’nın gölgesinden çıkıyor, kendi kaderini eline alıyordu.
Fakat o ışık, kimi zaman aydınlatmaktan çok yakmaya başladı.
Akıl özgürleştirici olmaktan çıktı; soğuk bir araç haline geldi.
Bir cerrahın neşteri gibi: aynı keskinlik hem şifa verir, hem öldürür.
Biz, doğayı fethederken kendimizi kaybettik. Fabrika bacalarından yükselen duman, yalnızca sanayinin değil, insan ruhunun da yanışının simgesiydi.

Bugün laboratuvarlar bilgiyle dolu, ama bilgelik kıtlığı çekiyoruz.
İnsan beyni nöron düzeyinde çözülüyor, ama ruh hâlâ karanlıkta.
Nükleer enerjiyle ömrü uzatmayı öğrendik, ama aynı enerjiyle şehirleri buharlaştırmayı da.
Demek ki bilimin sorunu “ne yapabildiğimiz” değil, “neyi yapmaya niyetlendiğimiz.”
Çünkü bilim nötr değildir; hiçbir bilgi, niyetinden bağımsız olamaz.
Elinde kim tutuyorsa, onun ahlakına bürünür.

Yirmi birinci yüzyıl bize şunu öğretti:
Vahşet, artık cehaletten değil, fazlasıyla bilgiden doğabiliyor.
Barbarlık, kılıçtan değil; formüllerden, laboratuvarlardan ve soğukkanlı hesaplamalardan çıkıyor.
Zygmunt Bauman’ın uyardığı gibi: Modernlik, Holokost’u mümkün kılan rasyonelliğin ta kendisiydi.
Demek ki insan, artık vahşi ormandan değil, steril laboratuvardan çıktığında bile barbar olabiliyormuş.

Bugün savaşlar sessiz, dronlar insansız, ölümler steril.
İnsan öldürmenin bile “verimlilik oranı” hesaplanıyor.
İnsan artık hem üretici hem ürün, hem özne hem veri.
Michel Foucault’nun dediği gibi, bilgi artık keşfedilen değil, üretilen bir iktidar biçimi.
Bilim, merakı doyurmak için değil, denetlemek için çalışıyor.
Ölçüyor, sınıflıyor, optimize ediyoruz — ama hissedemiyoruz.
Her şey hesaplanabilir hale geldikçe, insanın duygusal derinliği buharlaşıyor.

Artık zincirler demirden değil; ekranlardan, verilerden, algoritmalardan örülüyor.
Erich Fromm’un dediği gibi: “Modern insan özgürleşirken köleleşiyor.”
Kendi yarattığı sistemin nesnesine dönüştü insan — ölçülen, izlenen, tahmin edilen bir varlık.
Bilim “nasıl yapılır” sorusuna kusursuz yanıtlar veriyor; ama “neden yapılmalı?” sorusuna susuyor.
Oysa bir şeyin mümkün olması, onun yapılması gerektiği anlamına gelmez.
Fakat sınır, vicdanla ilgilidir; ve vicdan bilimsel olarak ölçülemiyor.

Habermas’ın “iletişimsel akıl” dediği şey, tam da burada yitiyor.
Bilim, etikle konuşmadığı sürece, insanla konuşamaz.

Artık ilerleme, daha hızlı işlemciler, daha uzun ömürler ya da daha keskin zekâlar değildir.
Gerçek ilerleme, bilginin vicdanla buluşmasıdır.
Çünkü insan ruhu, algoritmalardan değil; anlamdan, acıdan, sorumluluktan beslenir.

Bugün bilimin sorunu, çok şey bilmek ama az şey hissetmektir.
Bilim doğayı çözmüştür, ama insanı çözememiştir.
Çünkü insan, matematiksel bir denklem değil; etik bir muammadır.
Her çağ kendi Prometheus’unu yaratır; ateşi çalar, dünyayı aydınlatır, sonra o ateşte yanar.
Bizim çağımız da öyle.
Bilim ilerliyor, ama insanlık aynı yerde dönüp duruyor.
Doğayı fethediyoruz, ama kendimizi yönetemiyoruz.

Ve en acısı, bu ilerleyişin içinde insan giderek silikleşiyor.
Artık bilgi kimin elinde, kimin için var, kimden gizleniyor — sormuyoruz.
Çünkü bilgi çoğu zaman bir azınlığın silahı, çoğunluğun zinciridir.
Bilimin ışığı insanlığın tamamına değil, yalnızca bir avuç insana yönelirse, o ışık artık aydınlatmaz — yakar.

Belki de insanlığın kurtuluşu laboratuvarda değil, vicdanda başlar.
Çünkü bilimin son sınavı, bilmek değil; insan kalabilmektir.

 



31 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Sağlık, Eğitim ve Gıdanın Biyopolitik Denetimi - 11/11/2025
Bu durum, Michel Foucault’nun “biyopolitika” kavramını hatırlatır: İktidar artık yalnızca insanların davranışlarını değil, bedenlerini, zihinlerini ve hatta yaşam sürelerini bile yönetir.
Yalnızlıktan kaçışın Maskesi: Sosyalleşme, Sevgi ve Varoluşun Boşluğu - 09/11/2025
Sosyal medyada kurulan “bağlar”, çoğu zaman temassız yakınlıklardır. Orada herkes birbirine dokunur ama kimse kimseye değmez. Bir fotoğrafın altına bırakılan kalp, çoğu zaman samimiyetten çok var olma bildirgesidir: “Buradayım, beni unutma"
Paranın Tanrılaştırıldığı Dünyada İnsan Kalmak - 09/11/2025
Bu sistemin en çarpıcı sonucu, sosyal ilişkilerin metalaşmasıdır. Bireyler arasındaki bağlar, ekonomik çıkarlar doğrultusunda kuruluyor ve çözülüyor.
Kaderin Kozmik Aklı - 08/11/2025
İnsanın varoluş serüveni boyunca en kadim ve yakıcı sorulardan biri “neden acı çekeriz?” sorusu olmuştur.