
Ekrem BULUT
eb-ekrem@hotmail.com
Sağlık, Eğitim ve Gıdanın Biyopolitik Denetimi
11/11/2025
Modern toplum, insana hizmet etmesi gereken sistemlerin, insanın üzerinde tahakküm kurduğu bir düzene dönüşmüştür. Sağlık, eğitim ve gıda gibi yaşamın üç temel direği, bugün artık insanı yaşatmak, aydınlatmak ve doyurmak için değil; onu yönetmek, yönlendirmek ve tüketmek için örgütlenmiştir. Bu sistemler, özünde insanın refahını önceleyen değil, sermayenin ve iktidarların sürekliliğini güvence altına alan mekanizmalara dönüşmüştür. Tarihsel olarak bakıldığında, modernleşme süreci insanın özgürleşmesi iddiası üzerine kurulmuştur. Akıl, bilim ve eğitim, insanı dogmadan kurtarıp kendi kaderinin öznesi hâline getirecekti. Ancak 21. yüzyıla geldiğimiz noktada bu iddia tersine dönmüş, bilgi artık özgürleştiren değil, denetim altına alan bir araç hâline gelmiştir. Sağlık, eğitim ve gıda sistemleri, bu denetimin en rafine biçimlerinin üretildiği alanlardır. İnsan, artık yalnızca “hasta”, “öğrenci” ya da “tüketici” kimlikleriyle tanımlanmakta; biyolojik ve zihinsel bütünlüğü piyasaya indirgenmektedir. Sağlık sisteminin giderek ticarileşmesi, insan bedenini bir ekonomik kaynak, bir “gelir kalemi” olarak görür. Hastalık artık yalnızca bir biyolojik durum değil, sürdürülebilir bir ekonomik stratejidir. İlaç endüstrisi, hastalığı tedavi etmez; onu yönetir, kontrol eder ve yeniden üretir. Çünkü hastalık varsa pazar da vardır. Bu sistemin en çarpıcı yanı, onu yönetenlerin –politikacılar, sermaye sahipleri, üst sınıflar– kendilerini bu düzenin sonuçlarından muaf tutmalarıdır. Onlar için özel klinikler, organik beslenme, kişisel doktorlar vardır; halk için ise sırada beklemek, borçlanmak ve eksik tedavi. Böylece sağlık hakkı, insanın en temel yaşam hakkı olmaktan çıkıp, ekonomik statünün belirlediği bir ayrıcalığa dönüşür. Benzer biçimde, eğitim sistemi de bilginin demokratikleştiği bir alan olmaktan çoktan çıkmıştır. Modern iktidarlar, bilimi özgürleştirmek yerine, onu ideolojik ve ekonomik bir denetim aracına dönüştürmüşlerdir. Okul, artık sorgulayan bireyler yetiştiren bir kurum değil, sisteme uyumlu, eleştirel düşünceden uzak, konformist bireyler üreten bir fabrika işlevi görür. “Eğitimde fırsat eşitliği” bir ideal olarak varlığını sürdürse de, fiiliyatta eşitsizlik yeniden üretilir: Egemen sınıfların çocukları kaliteli eğitimin, alt sınıfların çocukları ise yetersiz müfredatın içine hapsolur. Böylece toplumsal sınıflar yalnız ekonomik olarak değil, bilişsel olarak da ayrışır. Gıda sistemi ise hem bedenin hem bilincin sömürüsünü birlikte üretir. Kapitalist üretim modeli, kâr maksimizasyonu uğruna insan sağlığını riske atar. İşlenmiş, katkılı ve yapay gıdalar geniş halk kitlelerine pazarlanırken, organik ve doğal ürünler yalnızca ayrıcalıklı bir azınlığın erişimine sunulur. Böylece “ne yediğin” aynı zamanda “kim olduğun” anlamına gelir. Gıda üzerinden kurulan bu görünmez sınıf ayrımı, insanın en doğal ihtiyacını bile bir kimlik göstergesine dönüştürür. Bu tablo, sosyolojik açıdan yalnızca ekonomik bir adaletsizliğe değil, aynı zamanda epistemik bir adaletsizliğe de işaret eder. Çünkü bilgi, sağlık ve beslenme gibi yaşamsal alanlardaki karar süreçlerine halkın değil, sermayenin bilgisi yön verir. Halkın sağlığına neyin iyi, eğitimine neyin uygun, sofrasına neyin yeterli olduğuna yine egemenler karar verir. Bu durum, Michel Foucault’nun “biyopolitika” kavramını hatırlatır: İktidar artık yalnızca insanların davranışlarını değil, bedenlerini, zihinlerini ve hatta yaşam sürelerini bile yönetir. Psikolojik açıdan ise bu sistemler, bireyde derin bir çaresizlik ve yabancılaşma duygusu yaratır. İnsan, kendi sağlığına, kendi eğitimine ve hatta kendi yemeğine dahi hükmedemediği bir dünyada, varoluşunun öznesi olmaktan çıkar. Kendi bedenine ve aklına yabancılaşan birey, farkında olmadan modern bir köleliğin parçası hâline gelir. Sonuçta, bugünün toplumlarında sağlık, eğitim ve gıda sistemleri yalnızca hizmet alanları değil, aynı zamanda ideolojik üretim merkezleridir. İnsan burada hem beden hem zihin düzeyinde biçimlendirilir. Egemenlerin çıkarına göre inşa edilmiş bu yapılar, tarihteki “tanrı krallar ve kulları” düzeninin modern versiyonunu yaratmıştır: Biri organik beslenir, diğeri açlıkla sınanır; biri özel okulda öğrenir, diğeri biat etmeyi öğrenir; biri özel klinikte tedavi olur, diğeri sırada beklerken ölür. Gerçek medeniyet, insanın kendi sistemine yeniden insanlık kazandırdığı gün başlayacaktır. Sağlık, eğitim ve gıda, kârın değil yaşamın hizmetinde olmalıdır. Aksi hâlde, insanlık kendi yarattığı sistemlerin tutsağı olmaya devam edecektir. |
|
|
Yorumlar |
| Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
| Yalnızlıktan kaçışın Maskesi: Sosyalleşme, Sevgi ve Varoluşun Boşluğu - 09/11/2025 |
| Sosyal medyada kurulan “bağlar”, çoğu zaman temassız yakınlıklardır. Orada herkes birbirine dokunur ama kimse kimseye değmez. Bir fotoğrafın altına bırakılan kalp, çoğu zaman samimiyetten çok var olma bildirgesidir: “Buradayım, beni unutma" |
| Paranın Tanrılaştırıldığı Dünyada İnsan Kalmak - 09/11/2025 |
| Bu sistemin en çarpıcı sonucu, sosyal ilişkilerin metalaşmasıdır. Bireyler arasındaki bağlar, ekonomik çıkarlar doğrultusunda kuruluyor ve çözülüyor. |
| Kaderin Kozmik Aklı - 08/11/2025 |
| İnsanın varoluş serüveni boyunca en kadim ve yakıcı sorulardan biri “neden acı çekeriz?” sorusu olmuştur. |